
EDEBİYAT VE ŞİDDET YA DA SONDAN BAŞA
“Karanfilin sapı suya değince içimde biri vurulur sanki”
Avlanmak öldürmekten daha zevklidir dermiş Pascal. Şairler ve edebiyatçılar, av ve öldürmenin izini sürmüş müdür?Sonuçta avlanmak ve av olmak durumunun öznesi olmuşlardır.Avcı ya da öldürmek seçeneği konusunda bir tereddüt olabilir ancak. Sadece görüntümüz farklı. Sadece bundan kurtulmak için evrensel bir edebiyat itirazı arıyoruz, farklılık bu. İktidarı reddederken o kodlarla var olmak, iktidar eylemidir aslında. Birçok edebiyatçı, içinde o faşistle büyümüştür. Goebbels’in ünlü olamamasının nedenini Yahudilere bağladığı için bu kadar zalim olduğu söylenir.
Tek çıkış, iktidarlaşmış bireyin bu tufanda, sözü kurtarmış olmasıyla ilgili. Kurban orada duruyor işte. Onu alıp bir biçime sokuyorsun. Kurbana bir şey bırakmadan onu yargılıyorsun yazarken. Yazanın vicdanı kurban olsa amenna… Ama sanki yazanlar, efendi olunca şiddet ve söz daha bir şizofrenik hale geliyor.
Yazmak politik bir eylemdir, tıpkı sevişmek gibi.
Tıpkı sevişmek gibi politiktir. Eşyalaştırdığımız ve nesnelleştirdiğimiz her eylem gibi. Freud’un doğa ve içgüdüsünü de ekleyebiliriz bu şiddet eylemine;fakat kodların işleyişi devlet denilen işleyişin erkek halinde gizli. Bir savcı kadının“neden bana tecavüz edilmiyor o zaman” ya da bir bakanın “o kadının neden açık giyindiği” sorusunun bilinçaltı işleyişi kadın bedenini politikleştirmez mi? Sözlerin failleri hem kadın hem erkek. Ama söz aynı…Cinayet mahalline dönen o toplumsal şartlanmışlığımız, kadını da erkekleştirmiş. ‘Devlet’ denilen sistem belki de bu yüzden erkek. Edebiyat ne işe yarar o zaman. Biçem ve estetik kaygısı dahi standartlaştırılmış edebiyat atölyelerinden geçilmez. Oysa kanunlaştırılmış bu ezber kalıplar dahi edebiyatın içindeki şiddeti barındırır.
Zamanın işleyişi edebiyatta bir itiraz diyalektiğini öngörmesine rağmen, edebiyatın suskunluğu da bu şiddet edebiyatını kutsamak olabilir mi? Tıpkı Işid örgütüne “İslam bu değil” demek ve buna itiraz etmemekle aynı şey değil mi?
Hikâyelerimizi yazarken, kendimizi kutsarken ya da şiir yazarken şair de oluruz bu arada. Ama yazdığımız neyse kendi cephemizde önermelerden ibaret mi? Bizi belirleyen; doğduğumuz günden ibaret Pavlov’un köpek deneyleriyle, bu kutsiyet hikâyeleriyle şekillenen kişiliğimiz… Hepimiz doğasına yabancılaşmış Gregor Samsalar mıyız? Edebiyatta şiddet kavramını yazar bu katletme haliyle açıklamalıdır en azından. Bu durum yazarı av –avcı arasında bir tercihe zorlar. Bireysel tercihlerimiz ve evrensel aklın karşı çıkışı da burada başlamak zorunda.
Bu anlatıda cellat kim? Bence bu anlatıda “Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım” dizesi. Onlarca yıldır ders kitaplarında okutuluyor üstelik. Adaleti dağıtan yazanlar mı gerçekten? Bence edebiyatta şiddet; yazanın dünyasıyla ilişkili olmalı. Ve bu ilişki biçimi yazarın muhalefet ve itiraz kaydına şerh düşersek, ensest bir ilişkiyi işaret ediyor. Bu yazıyı şöyle de yapabilirdik. Niteliksel bir sınıflandırma: A şairi b romancısı ya da hikayecisi şöyle demiş vs. vs… Bu durumda yazan yazmış olur mu? Eninde sonunda bir literatüre hapsedilmiş olmuyor muyuz? Biraz doğaçlama olsun bu yazı. Her katilin cinayet mahalline dönüşü gibi. Edebiyat ne işe yarar sorusunu sormalıyız. Katil orada duruyor işte. Edebiyat bu değil mi demeliyiz. Tıpkı ‘Işid’ için İslam bu değil der gibi…
Kurban orada duruyor işte. Mesela Mayakovski’ye bakalım. Yoldaşının intiharını yazdıran üstelik o partinin üyesi iken yoldaşını intihar ettiği için sevdiğini ihmal etmeden aşağılayan o değil miydi? Üstelik Bolşevik iktidarının intihar eden Mayakovski’sini nereye koyacağız? Sartre’yi, Fanon’u… Belki de yazanlar eninde sonunda cinayet mahalline dönen katillerdir. Yazarları ormanda kurtlar, domuzlar büyütmüyor. Bize düşünme kalıplarını veren bir erk üstünde devasa anlamlar aramak için Kafka ve Neitzsche gibi deliliklere mi ihtiyacı olmalı edebiyatçının?
Katil mağdurlar olarak edebiyatçılar bu önermeyi düşünmeli. Eğer bu değilse itiraz ettikleri şeye benzerler, kesinlik bildiren sözlerden kaçınarak.
Bir cevap yazın