• Anasayfa
  • Yönetim Kadrosu
  • Yayın Politikası
  • İletişim

Grimag


  • Öykü
  • Şiir
  • Düşün
  • Söyleşi
  • Görsel Sanatlar
  • Kitap
  • Editör

HIATUS: BOŞLUK / BEYZANUR KARAGÜZEL

0
PAYLAŞILAN
PaylaşTweet

 

HIATUS: BOŞLUK

 

“Arınmış içsellikten başka bir şeyim olmamalı benim. Dışsallıktan iyice kopmalıyım.

Öyle ki, dışsal bir şeyim kalmasın artık. Soyunmuş bir varlık olayım.

İşte o zaman hiçbir acı dokunamaz bana. İncecik bir su çizgisi gibiyimdir,

ama yine de varolduğumu bilirim. Artık ne iyi ne de kötü vardır benim için,

ne de yüreğimde tasa. Yalnız ben varım şimdi ve benden başka hiç.”

Simone de Beauvoir- An

 

Ufak bir göğün altında sonsuzluğu görmekte zorlanır, elindeki aciz ip parçası durmadan düğümlenirken ipin ucunu kaçırır, mürekkebi tükenen kalemini hokkaya batırması gerektiği bilgisinden mahrum da kalır ve durmaz, kendi kanından boşluğunun ağır zehrini tadarken utanmadan da zamanın akışındaki hatalara değinirdi.

Böyle biriydi.

Zamanın derin merdivenlerinde ileri geri hoplar, zıplar, biraz yavaşlar, sonra durur, sonra hoop ikişer üçer koşar, kahkalar eşliğinde alıntı yapar, hiç utanmaz: “Merdivenleri üçer beşer çıkmanın sevinci yok içimde!” sonra yeniden durulur, en köşesine geçer merdivenlerin, sonsuz derinliği seyrederken biraz ağlar. Dışında hissettiği sonsuzluğu sorgular bir büyük cesaretle, cesaretim herhalde sonsuzluğun dahili olmayı reddetmemden ileri geliyor! diye bağırır, uzun bir yankı duyar. Bir kahkaha tufanı daha!

Aynı zamanda böyle aptal bir kadındı da bu Hiatus.

Sonsuzluğun içindeki gölgelerle savaşırken doğurabileceği sonuçları bildiğinden, başına buyruk kalemini de iyi tanıdığından, doğru bulmadı, epeyce direndi ama… illa aldırdılar o kaçık kalemini eline! E öyle olsun madem, kendileri kaşındılar.

Çocukluk yaşlarından beri yazarmış Hiatus- e birazcık anlarmış bu işlerden, kendi çapında tabii. Yaşananları, yaşanmayanları ve en çok da arsız hayalleri! Kendini kazır gibi kelimelere, içini deşer gibi paragraflarda, hislerini gömer gibi satırlara ve nihayetinde büyümüş, büyümüş de kalemin bizzat kendisi oluvermiş, zamanla tanışmış, e öğrenmiş: Zaman bazı kalemlere akışındaki mürekkepten sunmaz. O kalemlerin kaderidir bu, hiçbir zaman dilimi onların mürekkebini tüketmekten korkmaz, pek naiflik göstermez onlara; sahi, acaba neden hiç ama hiç umursamaz o heybetli zaman, o kalemlerin de mürekkebe ihtiyacı olduğunu?

Boşlukta belirip boşluğun ta kendisine dönüşen hikayenin en başında, bir rivayete göre yani, ‘şiirlerin vücudu anahtar şıngırtılarından meydana gelir’ diyen bir not bulur bir gün Hiatus. Bir bilmece, bir oyun kazanmış olmanın heyecanıyla yolun aynı o noktasında kazık gibi durmayı kendine adeta bir görev beller- arada bir ileri geri yürür tabii. Parçalarına ayırır durur:

Anahtar şıngırtısı

Şiir

Vücut

Meydana gelmek

Bu bir oyun değildir, ama oynamaktan kendini alamaz… hayatın kendisi ciddi bir iş midir? Çok ciddi! Aslında o kadar da değil. En meşgul anda, içindeki herhangi bir şeye ulaşmaya çalışırken cüzdandan yere saçılan bozuk paraları düşünmek gerek mesela. E bu ciddi mi şimdi?

Hayat, tehlikeli oyunlarla bezenmiş absürt bir tiyatrodan ibarettir, der, katıla katıla güler, ettiği şu laftan bile hiiiç utanmaz.

Peki ya sevgi? Bakın o çok ciddi bir iştir. O oyuna, plana, taktiğe, yapmacıklığa gelmez! O yüzden ufacık şeylerden yükselir en büyük anlamlar, aslında günlük şeyler gibi duran davranışlar bir kalbi paramparça da edebilir, göklere de çıkarabilir bu yüzden, minik bir bakış bile bazen söz gibi gelir, öyle ilginç bir duygu ki bir saniyelik gülümsemelerden sonra aylarca bağlayabilir kendine bazen… böylesine ciddi bir iş. Beşer şaşar, insanoğlu, samimi sevgisiyle alay edilmesinden korktuğunda özündeki kibre bırakır kendini, kim bilir belki bunun adaleti sağlayacağı yanılsamasından, ilk önce kendisi alaya alır samimiyeti, acımasızca öldürür içtenliği, yok eder. E kazandı mı şimdi?

Şiirlerin vücutlarının meydana gelmesi bir anahtar şıngırtısıyla… notu bulduğu yerde anahtar şıngırtısını duyduğunu fark ederken acı yeşermeye başlar oralarda. Düşünür bu parçaları. Hep düşünür anahtar şıngırtısını duydu, evet ama nerede, ne zaman, neden… e zaten anahtar şıngırtısı ne demek ki bir kere! Düşündükçe parçalar anılarla birlikte anlamlar kazanmaya başlar. Belki nerede duyduğunu değil ama nerede o sesin kesildiğini anladığında, ne demek olduğunu anlıyor Hiatus: Zamanın akmadığı, cehennem gibi sonsuz bir gecenin zifiri karanlığında, çok alıştığı ama kapı dışarı edildiği bir evin kapısının önünde panikle sağına soluna bakınırken, ağlayarak.

Kımıldamaktan sert bir hamleyle vazgeçerek, kendini durgunluğun karanlık pencerelerindeki yansımalardan seyretmeye başlayınca özüne kavuşur, yeniden. Neden kapı dışarı edildiğini, şıngırtının neden kesildiğini, vücudu meydana gelmekte olan şiirin en güzel mısralarında neden bir anda yok olduğunu anlamaz. O da anladığı şeylere tutunmaya çalışır. İşte Hiatus! Yok sayılmanın, geride bırakılmanın cehenneminde kavrulurken ironiktir, kül olmayı unutmuş.

Sayıklamaya başlar içinden: Fısıltılar işitilmek, çığlıklar sakinleştirilmek, duygular ifade edilmek, sözler güvenilmek, mesajlar alınmak için ya- ra- tıl- maz! Kimse kimseyi yoktan saymasın artık, sonra atlayışları süslüyor Nilgünler! Bu abartılı, süslü cümlelerin yanı sıra, aslında aptal da değil tabii, çoğu şeyi anlıyor, o yüzden birtakım şeylerin izahını yaparak keser sayıklamaları.

İfadenin sert biçimlerinden, kaba cümlelerden hep çok korkar gördü mü uçup gidesi hatta yok olası gelir-görmekten korktuğu zamanlarda da-, öfkelerden de nefretlerden de tiksinti dolu yüz ifadelerinden de öylesine tırsar ki arkasına bakmadan kaçar çoğunlukla, tabii açıklayamaz nedenlerini, gerek de görmez zaten. Dünyadır işte, dört bir yanı kabalıkla, öfkeyle, suçlamalarla, düşüncesizlik ve nezaketsizlikle çevrili bir kara parçası nihayetinde, sürekli çarpar durur aynı korkusunun sert duvarına. Ne yapsa anlatamaz bunu zaten, dayanmaya çalışsa bile son noktada taşıyamaz, koşar kaçar, o koşar koşmasına da onu koşarken izleyenler onun kaçışını görmezler, emin istikametinde menzile gittiğini sanırlar. Uzun lafın kısası her türlü şeyden korkar, tırsar, kaçar! E sevdirmez ki kendini Hiatus.

Sahip çıkılmaya gereksinim duyan ucuz yalnızlığının acizlik safsataları, sonsuz dilemmaların yağmurlarında eriyen anlaşılma ihtiyacı sessiz çığlıklarla bezeli bir ölüm huzuruna kavuşur, özgürdür artık; dipsiz özgürlüğün acısını çıkarmadan, yanlış ve belirsiz zamanlardaki ne yapması gerektiğini bir türlü saptayamamış, korkmuş sessizliğinin özrünü dilemeyi bir borç bilerek özgürleşir. Ha, kesinlik algısı, altında tek başına sıkışıp ezildiği zamansız ağırlığın yakıtıyla uzaklara uçup uçup geri dönerken, unutmadan! Özgürleşmeden hemen önce, çok kocaman bir özürden hemen sonra: teşekkürler… teşekkürler… teşekkürler!

Hiatus merdivenlerde mırıldanadursun, inatçı mırıldanmasının bir yerinde dursun, üzerlerine asit yağmurları gibi yağarak, boşluğun her iki yönünü de delik deşik eden yüklerden kurtulunsun. Maalesef bir şiir dahi olsa, belki dünyanın en güzel şiirlerinden biri dahi olsa, yük olarak algılanmaya başlandığında onu kitabın en güzel sayfalarından birinde, içerisinde bir gül yaprağıyla beraber saklamak gerekir; incelikten koparak korkutucu kelimelere sığınan şiirin kafiyesi aynı tınıyla çalmaz, e çalamaz, şiiri o kelimelerden korumak gerekir. Her şeye rağmen, yarım kalmış da olsa, bu güzel şiirde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta şudur aslında: Eksik ve yıpranmış tarafları birbirine çok benzeyen iki ayrı taş parçası birbirini tamamlayamaz ki, maddenin yapısına ters değil mi? Öyle mi? Değil mi? Nitekim taş parçaları boşluğa mahkum kalır, boşlukta tanımlanır, hatta birleşip boşluğun tanımı olur… yankılanır durur. Boşluk, aşkı da çok boşluğa has satırlardan, halihazırda yorgun ve bozuk gözlerle karanlığın içinden harfleri tek tek seçerek okumuş. E kör olunmuş?

Endişeye mahal yok, merak edilmesin! An bu andan ibarettir ve anın öncesinde tükenmiştir, günbatımında hiçbir şarkı, hiçbir paragraf, hiçbir şiir boşluğu tasvir edemeyecektir, kimse oralarda kendini bulmaya çalışmaz. E özgürleşmek böyle bir şey mi?

Şiirlerin vücutlarının meydana gelmesi bir anahtar şıngırtısıyla… vücudun meydana gelişinde çıkmaz sokaklara rastlanırken acı kök salmaya başlar oralarda. Çıkmaz sokağın tuğlaları belirsizlikler ve maskelerle dolu çok cesur adımlardan, samimiyetin küçümsenmesinden ve utanç verici cenaze merasiminden, gökyüzünün navigasyondan yoksun oluşundan sımsıkı örülür sonsuzluğun içine. E küs nefeslerin tohumları ekilsin madem sonsuzluğun merdivenlerine!

Zaten merdivenleri üçer beşer çıkmanın sevincini sever, bilinmeyi tanınmayı sevmezdi, e oradaki tezata takılı kalırsa da kahkahalarla kendisine gülsün dursun tabii! Zamanın o derin dehlizlerinde her şeye rağmen çok eğlenmekten kendini hiç alıkoyamaz zaten. E her tür insan güzellikle, gülümseyişlerle seyretsin merdivenlerdeki sonsuzluğu, diye haykırmak ister Hiatus! Kendi basamağını konumlandırmayı bilenlere aittir sonsuzluk.

Ağır darbelerle boşluk tarafından mahvedilmiş ölü anlamların okyanusunu, boş yere gülünmüş acıklı değerlerin kendini seyrettiği paslanmış boy aynasının konumunu ve son olarak, tiyatronun en can alıcı yerinde seyircilerin yüzüne kapanan simsiyah perdelerin bıraktığı acı dolu yüz ifadelerini betimleyen sessiz bir ölüm.

E yeter be yahu mecazdan, ne gerek var bunlara! Yer kalmadı, sıkıştık diye bağıran boşluk haklılığını da alıp def olup gidebilir, hiç kimse esasen sonsuzluk bu kadar derin, bu kadar yaralayıcı olsun istemezdi ama… kader, evren, falan fistan, ha bir de şey var… gamsız hayat! E ne yani bu da mı ciddi şimdi?

Son bir kez kuzgunluğa hevesi var, müsaadenizle!

Doludizgin hikayenin sonunda:

Sımsıkı tutunulan umut, boşluğun dört bir yanına en gür, en korkunç kahkahalarını yolladı; hayaller, hayal kırıklıklarıyla ışık hızında çarpışınca urganı geçiriverdi kendine; anahtar şıngırtıları… ah onlar tutturdukları ritimden öyle çok utandılar ki, yerin dibinde bile yer bulamadılar kendilerine; şiirlerin vücuduysa meydana falan gelemedi, vücudun kalbi durmuş diyorlar, kadavra olarak kullanılıyorlarmış şimdi tıp fakültelerinde!

Eee… Hiatus’u cümleyi bulduğu yerde temrine ettiği yeminle beraber inek içmiş, dağa kaçmış, dağ da yanmış bitmiş kül olmuş.

Herkes gülmüş.

Gülünsün! Musmutlu geceler, gelecekler dilensin, son cümle edilsin…

Mecaz öyle kurulmaz baylar, böyle kurulur!

Ha- ha… ve ha.

Tem 1, 2022ozlem
MEMLEKETİN BİRİNDE / İDRİS ERDOĞDUSOLUK MAVİ NOKTA / DİLEK VURAL

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

1 Temmuz 2022 Genel, Öykü, Sayı 26110
TEMMUZ - AĞUSTOS 2022
Son Yazılar
  • BABAM VLADİMİR KOVALYONOK / HIDIR MURAT DOĞAN
  • SOLUK MAVİ NOKTA / DİLEK VURAL
  • HIATUS: BOŞLUK / BEYZANUR KARAGÜZEL
Saki Sunağı

Yan Ilgın yanım yan, çağır geceye geleni

Ne alacaksa alsın – versin ne verecekse

Aşk’a zaman mı var?

En Çok Yorumlanan
BİR MERMİYİM BEN / ALİHAN DEMİR
40 Comments
SONUCUN NEDENİ / ALİHAN DEMİR
33 Comments
YAZMALIYIM / ALİHAN DEMİR
32 Comments
Arşivler
  • Sayı 1
  • Sayı 2
  • Sayı 3
  • Sayı 4
  • Sayı 5
  • Sayı 6
  • Sayı 7
  • Sayı 8
  • Sayı 9
  • Sayı 10
  • Sayı 11
  • Sayı 12
  • Sayı 13
  • Sayı 14
  • Sayı 15
  • Sayı 16
  • Sayı 17
  • Sayı 18
Kültür ve Edebiyat Dergisi

 

En çok Görüntülenen
BİR MERMİYİM BEN / ALİHAN DEMİR
1,584 views
YAZMALIYIM / ALİHAN DEMİR
1,474 views
SONUCUN NEDENİ / ALİHAN DEMİR
1,340 views
Arşivler
  • Sayı 1
  • Sayı 2
  • Sayı 3
  • Sayı 4
  • Sayı 5
  • Sayı 6
  • Sayı 7
  • Sayı 8
  • Sayı 9
  • Sayı 10
  • Sayı 11
  • Sayı 12
  • Sayı 13
  • Sayı 14
  • Sayı 15
  • Sayı 16
  • Sayı 17
  • Sayı 18
Haber Bülteni

Etkinliklerden haberdar olmak için

lütfen mail adresinizi giriniz.

    tersakansanat@gmail.com

    Telif Hakkı © 2019 Tersakan Sanat - Tasarım Polo Yazılım