• Anasayfa
  • Yönetim Kadrosu
  • Yayın Politikası
  • İletişim

Grimag


  • Öykü
  • Şiir
  • Düşün
  • Söyleşi
  • Görsel Sanatlar
  • Kitap
  • Editör

YAZMALIYIM / ALİHAN DEMİR

0
PAYLAŞILAN
PaylaşTweet

 

YAZMALIYIM 

 

 

Ne olacak bu barış güvercinin hali? Odanın bir tarafından diğer tarafına uçuyor sonra da duvara çarparak yere düşüyordu. İşte şimdi yerde yine can çekişiyor. Onu en kısa zamanda bu duvarlardan kurtarmalı ve doğaya salmalıydı. Belki o zaman kanlı coğrafyalar huzur bulurdu.Filozofların arıta arıta demledikleri ne kadar söz varsa şimdi dönüp dolaşıp duvarlara çarpıyordu beyninde. Yazmalıydı. Hem de en kısa sürede. Yoksa beynini kemiren bu darbelere dayanamayacaktı. Kelimeler harf harf dizilip bir ordu gibi üzerine geliyordu. Onlardan kaçarken boğazını yakalayan bir işçi kömür karası elleriyle onu boğuyordu.  ‘’Yazacağım.’’ Dedi.’’Hepsini yazacağım hepsini…’’ Çocuğunu hastaneye götüren bir babayla karlı dağlarda karşılaştı şimdi de. Kurtlar ulurken babanın bir hastayı mı yoksa artık bir cesedi mi taşıdığını ayırt edemedi. Öylece bakakaldı ardından.  Yazmalıydı.

Bir de Ali Haydar meselesi vardı zihninde. Sadece zihninde mi yüreğini de delip geçiyordu bu ateş. Aşk, yüreğe zulümdür zaten. Bir de derebeyleri girdi mi işin içine o zaman yandığının resmidir. Ya aşk ateşi ya da zulüm ateşi kora çevirir seni. Ali Haydar da yüreğini yangın yerine çevirdi oba beyinin kızını sevmekle. Sen bir garip çobansın. Senin neyine oba beyinin kızına gönül koymak… Erenler hak divanını toplayıp aşılmaz şartı koştu Ali Haydar’a. ‘’Ya bu şartı kabul et marifetini göster ya da bu obanın çobanlığını bırakıp gurbet yollara düş.’’ dediler. Zulüm ikiye çıkmış başlamıştı yakmaya. Sürüsüne üç gün üç gece tuz verilip su içirilmeyecekti. Dördüncü günün şafağında Ali Haydar sürüyü ırmaktan koyunlara su içirmeden geçirirse oba beyi, kızını vermeye razı olacaktı. Yok, bir tane bile koyun su içerse gönlünü de alıp gidecekti bu diyarlardan.

Erenler : ’’Madem Bey kızına âşık oldun,göster marifetini dediler. Çal bakalım kavalını da koyunlar unutsun su içmeyi. ‘’Marifetinle cesaretinle bize hakikati göster de biz de senin liyakatini ölçelim.’’ dediler.Ne kolay söylediler. Dile kolay. Yaralarına tuz bastı Ali Haydar, koyunlarıyla bir olup üç gün üç gece tuz yiyip su içmedi. Dördüncü günün şafağında kurumuş dudaklarıyla başladı kavalına. O esnada üç gündür ciğerlerine tuz doldurulan sürüyü saldılar ırmağa.Kavalından ovaya saldığı destan Mezopotamya’nın ilk başaklarını verdiği günden bu yana bir daha görmediği bir aşkın destanıydı. Kavalından çıkan Mem ‘u Zîn’in ağıtıydı. Koca sürü, aşka hürmet edip çobanının dudaklarındaki kuraklığa tanık olarak ırmağa tenezzül etmeyerek geçti. Aşk hakikatti ve bıçak gibi duruyordu orta yerde. Zulmün bekçileri, hakikati saklamaya yeltendi önce. Erenler obanın beyiyle bir olup kavuşturmadılar iki aşığı birbirine. Kızılırmak’ta vuruldu Ali Haydar. Bindiği atla birlikte köprüden geçerken gelin yine bu ırmakta boğuldu. Kızılırmak o gün bu gündür kan kırmızı akar. Mem ile Zîn’i ayıran Beko, yüzyıllar sonra başka suretle gelip tüfek icat olur olmaz vurdu Ali Haydar’ı. Siz bu Beko’yu bilmezsiniz. Bin yıldır birbirini seven her genç onun korkusuyla yaşar. O zalimlerin elindeki mızraktır, dipçiktir, kırbaçtır her şeyden önce maşadır. Oba beyleri o gün bugündür hiç değişmedi. Saraylardan çıkıp kıl çadırlarda kaldılar yeri geldiğinde ama şimdi bütün metropolleri istila ettiler. Şimdi her köşe başında bir Beko, eli böğründeki hançerle göreve hazır ve nazırdı.

Başını kaldırdı yazdıklarından. Bu sefer karşısında Sümer tapınaklarından kaçan eli yüzü kan içinde bir kadınla karşılaştı. Sırtında köle pazarlarından kalan kırbaç yaraları, hala kanıyordu. Saçına yapışan kanla karışık topraktan belliydi ki her geçtiği yerde recme uğramıştı.Sol göğsünde dolaşan saçma tanelerini gösterir gibi elini kaldırdı ve yığıldı yere.Sırtındaki bıçak hala tazeydi. Bu yüzyıla aitti galiba. Odası kan gölüne döndü birden. Yazmazsa boğulacaktı. Yazmalıydı. İştar’ın ve Kibele’nin hatırı kalırdı. “Kendine Ait Bir Oda”  bulup yazmalıydı yoksa Wirginia Wolf ‘un hayalleri suya düşecekti. Tamam, yazacaktı ama hangisine nereden başlamalıydı, bilmiyordu. Düşüncelerini dışarıdan gelen akşam haberleri böldü. Pencereden baktı ne çabuk akşam olmuştu? Haberlerde hep katiller vardı. Kimisi gelişmekte olan bir ülkeye yine füze yollamış galiba.Bu füzeler fakir güdümlü herhalde. Gelişmiş bir ülkeyi hiç vurmadı bugüne kadar.Kimisi de elinde satırla boğayı kovalıyor caddede. Yakalasa bir kaşık suda boğacak koca boğayı.  Özgürlüğüne koşan boğa kaçtıkça esnaf kendi halinde gülüyor. Niye kovalıyor bu adam boğayı? Bir adam elinde satır bir boğayı neden kovalar? Konuşturuyor eli satırlı adamı: ‘’Benim Allah’ım var.Ona kurban olarak seni seçtim. Seni kesip parçalara ayırıp yiyeceğim.’’ mi diyor? ‘’Ne kadar dindar hayırsever ve cömert olduğumu göstermeliyim. Ne olur kaçma beni daha fazla rezil etme mahalleye.’’ Yine de bu görüntü, elinde satırla Taksim’de kadına tekme atmaktan daha mantıklı geldi ona ne hikmetse.  Bu haber bitince diğerine geçildi. Bu daha beterdi.Sadece komik değil aynı zamanda trajikomikti. Okuma yazma bilmeyen sağır ve dilsiz yaşlı bir adama örgüt propagandası yapmaktan iki yıl hapis cezası isteniyordu.  Aklına her nedense Aziz Nesin geldi. Galiba bu ülke Edirne’den Kars’a trajikomik bir hikâyeydi.  Bu trajikomikliği yazacaktı elbet. Yazdıklarına şöyle bir baktı. Karalamaları yığın olmuştu adeta.  Dört duvar üstüne gelmeye devam ediyordu. Kendini sokağa atmaktan başka çaresi yoktu artık. Zaten bir yazar, yazacaksa önce sokağa inmeliydi. O da öyle yaptı. Mümkünse bir kahvehane, bir berber, bir manav veya hiç olmasa küçük bir kalabalık bulup karışmalıydı. Netice de yazacaklarını da okuyacak olan halk değil miydi? Gidip halkı yerinde görmeye karar verdi.

Evden çıkalı çok olmamıştı ki  ‘’ Kardeşim bu kırmızı ışık niye var? ‘’Sorusunu bağırarak sordu genç sürücüye. ‘’Yahu kırmızı ışıkta da geçilir mi?’’ Dedi kendi kendine. Hiçbir cevap vermeden kaçtı gitti ehliyetsiz sürücü. Denizin yükselen dalgalarına bakıp dipten gelen akıntıya sembolik anlamlar yüklemek için bir banka oturdu. Tam dalgalara ütopik hayaller yüklüyordu ki tüm sembolik değerlerini altüst eden bir sesle yan tarafına döndü.   ‘’Sen bana bugün altı kez mi yoksa yedi kez mi seni seviyorum dedin? Söylesene kaç defa söyledin bunu? ’’ Genç âşıklara bakıp güldü önce.Sonra yavaş yavaş yüzünün düştüğünü ve hevesinin dalgalarda kaybolduğunu gördü.  Birbirlerine neyi kanıtlamaya çalıştıklarını anlamak için o tarafa döndü. Dinledikçe ‘’Kim kimi daha çok seviyor?’’ tartışmasının içinde buldu kendini.Taraflar ilginç kanıtlarla üste çıkmaya çalışıyordu. Erkek tarafı aşkı için liseyi terk etmiş. Çalıştığı işten kazandığı parayla da sevgilisine altın kolye almamış mıydı? Diğer taraf da bu aşkı ailesinden zekice oyunlarla saklamış ve ailesine yalan söylememiş miydi? Taraflar hediyeleri hesaplayıp sadeleştirerek üste çıkmaya çalışırken o da kendi kendine ‘’ İnsan bari bir kitap hediye eder yahu! ‘’ dedi. Kitap dedi de aklına geldi şimdi bak. Sahi bu gençler okur muydu yazdıklarını? Onlardan tarafa baktığında buna pek ihtimal vermemiş olacak ki kalkıp bir kahvehaneye gitmeye karar verdi. Halk dedin mi kahvehane gelir akla. Şimdi kahvehanenin tam ortasında duman altı olmuş bir masadaydı. Herkesin kilitlendiği tarafa baktığında o da meraklandı.  İskambil kâğıdından kuleler yapan mı yoksa ünlüleri taklit eden mi daha yetenekliydi? Kararsızlığını korurken tüm ülkeden gelen oylama sonuçlarını bekledi. Hazır oylama yapılırken kanal değiştirilip Süper Lige çıkacak olan takımın belli olacağı final maçını takip etmeye başladı tüm kahvehane.  Gol makinası diye alınan siyahi ileri uç oyuncusu kritik bir pozisyonda ofsayta düşünce kahvehanedekiler hep beraber hayata küstü sanki. Ön tarafta çayı önünde soğumuş göbekli bir adam, artık daha fazla dayanamayarak futbolcuya ana avrat düz gitti. Öyle bir düz gitti ki sanırsın evine haciz gelmiş evi elden gidiyor.Öyle sövüyor. Ne din bıraktı ne iman ne de kitap. İki de bir ‘’Kitapsız bunlar, satılmış hepsi.Ulan ben olsam atarım bu golü be. Kitapsız bunların hepsi kitapsız…’’ Beynine kan sıçramış olan bu adamı kitap okurken hayal etmeye çalıştı ama başaramadı. Bu öyle zordu ki sanki bir adam Mercedes’ini marketin önüne çekip ‘’Prestij var mı? ‘’ diye soruyor. Sankibir adam eşinin saçını boyadığını ilk bakışta fark etmesi gibiydi.Öyle zordu yani hayal etmek. Ortamın bu kargaşasından faydalanan kahveci, hemen diğer kanala geçti. Yapılan oylama sonucunda ünlüleri taklit eden gencin zaferini alkışlıyordu stüdyodakiler. Hemen ona eşlik etti kahvedekiler. Alkışlar uzun süre sürdü. Ülkenin en yetenekli insanı mükemmel bir taklitçiydi. Sunucu alkışlardan memnun soruyor birinciye.

– Bizleri güldürerek birinci oldun.İnsanları eğlendirmeye yani güldürmeye ilk ne zaman karar verdin?

Bu soruyu uzun zamandır bekliyormuş gibi cevaplıyor yetenekli genç:

-Abi o zamanlar lisedeyim. Bir kız var deli gibi aşığım ona. Kızı görsen hem çalışkan hem de konuşunca şiir okuyor gibi dinlersin yani. Açılayım diyorum ama iki lafı bir araya getiremiyorum ki konuşayım. Ben de gidip bir şiir ezberleyeyim,çıkayım karşısına okuyayım diye dört tarafta şiir arıyorum. Neyse o gün en kalitelisinden jölelemişim saçlarımı. Üst baş o biçim fiyakalı. Bütün sınıfın gözü ikimizin üstünde… ‘’Ya Allah’’ deyip tuttum kolundan başladım şiiri patlatmaya. O ciddi ve güzel yüz nasıl da yumuşadı birden ben şiir okurken. Şiir bitti ama kız başladı gülmeye. Ben bildiğin madara durumdayım. Neden gülüyorsun dedim.Kız demez mi ‘’ Bu şiiri biliyorum ben. Adam cezaevinden annesine göndermiş.Sen git bunu anana oku.’’diye. Bütün sınıf kızla bir olup güldüler bana lise bitinceye kadar. O gün bugündür ben kitaba şiire tövbe edip insanları güldürmeye çalışıyorum.

Stüdyodakilerle beraber kahvehane de gülüyor. Yazar, gömleğinin bir düğmesini daha açtı. Çayını yarım bırakarak kendini dışarıya attı. Çok dertlenmişti şimdi. ‘’Kitaba tövbe’’ sözü kanına dokunmuştu. Kulaklarını kapatıp dört duvarın arasına dönmeyi düşündü.  Otobüste kendine yer ararken hangi arabanın daha hızlı gittiğine dair sözler duydu. Dokunmatik ekranlardan ayrılmayan gözlere baktı. Şimdi şu otobüste Orhan Pamuk otursa kimse görmeyecekti. Bırak onu Barack Obama ayakta dursa kimse tanıyıp şaşırmayacaktı. Eve varıp zile bastığında üstüne gelen dört duvarını bile özlemişti. Kapıyı açan eşi onun böyle erken gelmesine şaşırdı. İçeriden gelen dua seslerine bu sefer o şaşırdı. Salona geçtiğinde gördüklerine bir anlam vermeye çalıştı. Yaşlı bir kadın salonun ortasına evdeki kitapları dizmiş ve her bir kitabın üzerine bir sebze koyarak dua okuyordu. Yanaşınca gözleri büyüdü. Milan Kundera’nın Kimlik’i üzerinde kocaman bir domates, Hasan Kıyafet’in Komünist İmam’ı üzerinde bir patlıcan. Mıgırdiç Margosyan’ın Gâvur Mahallesi üzerinde bir limon ve George Orwel’ in Hayvan Çiftliği üzerinde bir salatalık duruyordu. Eşine büyümüş gözlerle baktı. İzahat gecikmedi. Evlilikleri üzerindeki büyüyü bozmak için muska yazan kadına şükranlarını sunuyordu eşi.Bu büyü bozulmalıymış artık. Büyü bozulabilirse oğlan üniversiteye girebilecekmiş, eşi kitaplarla uğraşmayı bırakıp bir iş bulacakmış. Kendisi daha mutlu bir aileye sahip olacakmış.  Eşini daha fazla dinleyemeden odasına sığındı. Odada bir peygamberin vahiy beklediği gibi bekledi. Peygamber olsa şurada yeni bir dinin ayetlerini yazsa bile eşinin okumayacağını düşündü. Yol kıyısına atılmış bir ceset gibi dönüp dolaştı odasında. Yerde kendisi gibi can çekişen barış güvercini gördü. Bozkırları yeşertecek olan ırmaklarının kuruduğunu gördü.Karanlığı kovmak için kitap kitap biriktirdiği aydınlık, sürgüne kaçan mülteci gibi uzaklaştı kendisinden. Kızılırmak, yeni aşklara can vermiyordu artık. Daha da kan akıtacaktı yatağından. Bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla akıp bir yılan gibi sokacaktı kavim âşıkları. Yorganın altına girdi.Uyusa kurtulabilirdi Metropol Bekolarından. Orta Çağ’dan sağ kalmayı başaran bir cadı onu kırbaçlıyordu adeta. Kaşlar ok kirpikler yay olan sevdalardan şimdi zehirli oklarla darbe alıyordu. Beynine saplanan her ok kalem görünümlüydü. Mürekkep zehir olup akıyordu sayfalarından.Mızrap tetik çekmiş tel vurmuştu onu.

Güneş yeni bir güne çağırdığında uyandı. Yaşadıklarına bir anlam aradı. Rüya ile gerçek arasında bocaladı önce. Yaşadıkları rüya yoksa gerçek miydi? Usulca masaya yanaşıp yazdıklarına baktı. Yüzü güldü.Bedeni gevşedi. Yazdıklarından son paragrafı bir daha okudu:

Kardelenler, zemheri soğuğun çocuklarıdır. Her kış inatla açar ve güneşi görünceye kadar olan ömrünü direnerek geçirirler. O gün bu gündür yoksul aileler Çocuklarına ‘’Kardelen veya Berfin’’ adını verir. Bu çocuklar, gece en karanlık anın, şafağın yakınlaşmaya başladığını bilir.  Bu yüzden umudunu çelikten bir elbise gibi giyip Bekolarla savaşır. Bu savaş, bozkırların yeşerdiği ve barış güvercininin özgürce uçabildiği topraklara ulaşıncaya kadar devam edecektir. Bu yüzden umudun destanı her gün yeniden yazılmalıdır.

Tem 1, 2020ozlem
KIZKAYASI / HÜSEYİN ASLANFATMA NİNE / ÇEVİRİ: İBRAHİM UTLU
Yorumlar: 32
  1. yezda
    1 Temmuz 2020   22:29

    Başarılar dilerim.

    Yanıtlaİptal
    • Alihan Demir
      22 Temmuz 2020   18:03

      Teşekkürler.

      Yanıtlaİptal
  2. Alihan Demir
    1 Temmuz 2020   22:32

    Tesekkur ederim. Burada olmak beni mutlu etti.

    Yanıtlaİptal
  3. Alihan Demir
    1 Temmuz 2020   22:40

    Dönütleri buraya yazarsanız sevinirim.

    Yanıtlaİptal
  4. Remzi
    2 Temmuz 2020   08:34

    Çok güzel yazılmış emeğimiz varolsun… Beni güldüren küçük bir bölüm göbeğiyle top arasına sıkışmış, kitapsız amcanın kitap okuma hayali 😊

    Yanıtlaİptal
    • Alihan
      2 Temmuz 2020   13:12

      değerlendirmen için teşekkür ederim. Ben de tekrar okuduğumda gülerim bazı yerlerine.

      Yanıtlaİptal
    • Alihan Demir
      22 Temmuz 2020   18:04

      Aslında öyküye genel anlamda bir yazarın sıkışmış ruh halini eklemeye çalıştım.

      Yanıtlaİptal
  5. İlbey
    2 Temmuz 2020   15:17

    Elinize Sağlık Alihan Hocam👍🏻

    Yanıtlaİptal
  6. Alihan
    2 Temmuz 2020   15:41

    ilbeycim teşekkür ediyorum.

    Yanıtlaİptal
  7. Sezgin Demir
    2 Temmuz 2020   16:30

    Çok güzel ve anlamlı bir öykü olmuş kalemin mürekkebine sağlık giriş gelişme karıştır sonuç bölümü harika

    Yanıtlaİptal
    • Alihan Demir
      25 Ekim 2021   00:14

      sonucu beğenmene sevindim. Öykülerimi genellikle sona saklıyorum. 🙂

      Yanıtlaİptal
  8. Kübra
    2 Temmuz 2020   16:59

    Aktarımın gerekliliğine değinirken geleneksel ,modern detayları ile zaman yolculuğunda hissettiren bir hikaye. Aktarım tamamlanmadan yeniyi üretmenin sancılarını da çok güzel anlatmış. Peygamber olsam yazdıklarımı okumayacaktı.
    Devamını özlemle bekliyoruz Alihan’cım. Okuma alışkanlığı kazanmam dileğiyle.

    Yanıtlaİptal
    • Alihan Demir
      22 Temmuz 2020   18:06

      Devamı var efendim. Yazıyorum. Çeşitli platformlarda yayınlanıyor. Takip etmeniz ümidiyle. Tespitleriniz mutlu etti.

      Yanıtlaİptal
  9. Gülistan
    2 Temmuz 2020   19:01

    Giriş bölümünü okurken, benim gibi herkesin de tüylerini diken diken etmiş olmalı.. Kardelen çiçeğinin direnci kaleminde yaşasın 👏
    Kalemine sağlık 👌

    Yanıtlaİptal
  10. Sahin
    2 Temmuz 2020   19:45

    Çok başarılı olmuş bi kitapla devam edersiniz umarım ..

    Yanıtlaİptal
  11. Sahin
    2 Temmuz 2020   19:45

    Çok başarılı olmuş bi kitapla devam edersiniz umarım ..

    Yanıtlaİptal
  12. Hüseyin
    2 Temmuz 2020   22:13

    Başarıların devamını dilerim.Emeğine sağlık

    Yanıtlaİptal
  13. Mehmet
    4 Temmuz 2020   15:16

    Emeğine sağlık arkadaşım. Benzetmelerin harikaydı.

    Yanıtlaİptal
  14. Mehmet Gümüştaş
    4 Temmuz 2020   15:25

    Emeğine sağlık arkadaşım. Benzetmelerin mükemmeldi.

    Yanıtlaİptal
  15. Mustafa
    4 Temmuz 2020   22:19

    Eline sağlık,
    Özelikle giriş bölümünde anlatılan olayları (ki yaşanmış gerçekler) .
    Düşündüğümde acının derecesini edebileştirip, bir daha düşünmek gerektiği.
    Mercedesi park edip prestij alınması, prestijsizliğin resmi olması…
    Karda çiçek açan Berfinler in direnci, her ne kadar umut ve mücadele duygusu versede, kendimi bildim bileli hak hukuk adalet sloganları ve adalet muhakkak yerini bulacak umudunun genel anlamda topal kaldığı bir dünya sürekliliği, ileriki süreçler için sadece acının, umudun dilini yazan yazarların okunmasının keyif vereceği, fakat onlarında daha çok lince tabi tutulan birer kahraman duygusu(geçmişten beri hep böyle oldu) ve kitap okumayan kesimlerin mutlu eşek olmaları endişesi sardı.
    Ama umutsuzluk yok
    Yine yaşasın hak, huku, adalet mücadelesi
    Eline sağlık

    Yanıtlaİptal
  16. Bengîn Arîn
    6 Temmuz 2020   13:44

    Elinde kalemi yazacağı anı bekleyen her yazar adayının çektiği bir çiledir bu. Yazma sancısı. Derinden gelir, önce bir yoklar, içinde bir heyecan uyandırır ama kalem bir türlü yazmaz olur. Kelimeler zihinde birleşip kağıda aktığı ana kadar sancının elinde bir tutsaktır yazar. Bu defa da bu sancıyı yazmak güzel ve yerinde olmuş. Geleneksel olanla modernin birleşimi de öyküye bir bellek bilinci katmış. Başarılar.

    Yanıtlaİptal
    • Alihan Demir
      22 Temmuz 2020   18:08

      Sancıyı ve sıkışmışlığı anlatmak gerekiyordu. Yazar yazamasa tıkansa ölür çünkü.

      Yanıtlaİptal
  17. Nesrin
    16 Temmuz 2020   22:45

    Harika 👏🏼 Giriş cümlesinde tamamdır dediğim ve okudukça etkilendiğim nadir öykülerden biriydi eline emeğine sağlık 👍(Keşke biraz daha uzun olsaydı okumaya doyamadım)

    Yanıtlaİptal
    • Alihan Demir
      22 Temmuz 2020   18:11

      Aynı yerden yaralanmak aynı yerden etkilenmek demektir. Teşekkürler Nesrin Hanım.

      Yanıtlaİptal
  18. Sedef
    21 Temmuz 2020   08:53

    Çok keyifle okudum. Ellerinize emeğinize saglik

    Yanıtlaİptal
    • Alihan Demir
      22 Temmuz 2020   18:12

      Keyif verebildiysem ne mutlu bana. Teşekkürler.

      Yanıtlaİptal
  19. Emine
    30 Ağustos 2020   11:20

    Okurken kimi zaman gülümseten kimi zaman yaşanmış acıların içine sürükleyen bir öykü. emeğine sağlık…

    Yanıtlaİptal
  20. Prometheus
    2 Eylül 2020   17:16

    Alihan eline, emeğine sağlık…
    İnandığın yolda devam et.

    Yanıtlaİptal
  21. Mehmet
    3 Eylül 2020   01:43

    Hocam emeğinize duygularınıza sağlık devamını bekliyoruz

    Yanıtlaİptal
  22. Ferhat
    6 Eylül 2020   00:53

    Çok hızlı okudum.İkinci okuyuşumda daha güzel geldi.

    Yanıtlaİptal
  23. Senem
    12 Eylül 2020   13:54

    Emegine sağlık Alihan hocam cok basarilı olmuş🙏

    Yanıtlaİptal
  24. Eylem Gümüş
    20 Kasım 2020   23:41

    ”Başını kaldırdı yazdıklarından. Bu sefer karşısında Sümer tapınaklarından kaçan eli yüzü kan içinde bir kadınla karşılaştı. Sırtında köle pazarlarından kalan kırbaç yaraları, hala kanıyordu. ”

    Bu kısım romandaki tanrıça İştar ile benzerlik gösteriyor. Yine Sümerler yine tanrıça, diyor yazar.
    🙂

    Yanıtlaİptal

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

1 Temmuz 2020 32 Yorumlar Öykü, Sayı 141,494
OCAK - ŞUBAT 2023
Son Yazılar
  • BİR AYRILIŞ HİKAYESİ YAZMAMAYA NİYETLENDİM / BİLGE ECE ÜREK
  • AŞK BİN ANKA HAVALANIŞI / SELDA KAYA
  • KARDA ERİYEN DOLAR / AYŞE KAYGUSUZ ŞİMŞEK
Saki Sunağı

Yan Ilgın yanım yan, çağır geceye geleni

Ne alacaksa alsın – versin ne verecekse

Aşk’a zaman mı var?

En Çok Yorumlanan
BİR MERMİYİM BEN / ALİHAN DEMİR
40 Comments
SONUCUN NEDENİ / ALİHAN DEMİR
33 Comments
YAZMALIYIM / ALİHAN DEMİR
32 Comments
Arşivler
  • Sayı 1
  • Sayı 2
  • Sayı 3
  • Sayı 4
  • Sayı 5
  • Sayı 6
  • Sayı 7
  • Sayı 8
  • Sayı 9
  • Sayı 10
  • Sayı 11
  • Sayı 12
  • Sayı 13
  • Sayı 14
  • Sayı 15
  • Sayı 16
  • Sayı 17
  • Sayı 18
Kültür ve Edebiyat Dergisi

 

En çok Görüntülenen
BİR MERMİYİM BEN / ALİHAN DEMİR
1,636 views
YAZMALIYIM / ALİHAN DEMİR
1,494 views
SONUCUN NEDENİ / ALİHAN DEMİR
1,361 views
Arşivler
  • Sayı 1
  • Sayı 2
  • Sayı 3
  • Sayı 4
  • Sayı 5
  • Sayı 6
  • Sayı 7
  • Sayı 8
  • Sayı 9
  • Sayı 10
  • Sayı 11
  • Sayı 12
  • Sayı 13
  • Sayı 14
  • Sayı 15
  • Sayı 16
  • Sayı 17
  • Sayı 18
Haber Bülteni

Etkinliklerden haberdar olmak için

lütfen mail adresinizi giriniz.

    tersakansanat@gmail.com

    Telif Hakkı © 2019 Tersakan Sanat - Tasarım Polo Yazılım